İzlediğim filmlerden yaptığım kişisel listemdir. Mümkün olduğunca ince eleyip sık dokumaya çalıştım
Schindler'in Listesi (Schindler's List)
Dini, dili ve ırkı ne olursa
olsun hiç bir halk katledilmeyi haketmiyor.. hiçbir çocuğun suçu değildir nerde
doğduğu onun için en büyük haksızlık zulüm çocuklara ediliyor.. bence insanlık
dersi ki bu dersi zamanında biz de yapmışız.. önemli olan elinizi vicdanınıza
koymak tabi varsa.. anlayamadığım tek şey var ve eleştirmeden geçemeyeceğim o
kadar zulüm görmüş bir ülke veya halk nasıl olurda aynı zulmü başka bir halkla
yapar.. neyse bence Oskar schindler gerçekten muhteşem bir iş başarmış.. ayrıca
oyuncuların performansını şu ana kadar izlediğim hiç bir ilmde görmedim sanki
savaş sahnelerini gözümüzün önüne koymuş gibiydiler.. bütün övgüleri hakeden
bir film..
Film, Oskar Schindler adlı
bir Alman işadamının 2. Dünya Savaşı zamanında Polonya’da kurduğu fabrikada
Yahudi işçileri çalıştırması ve bu sayede 1100 Yahudi’nin hayatını kurtarmasını
konu alıyor. Gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan film, ünlü yönetmen Steven
Spielberg’in en önemli yapıtları arasında sayılan ve ona Oscar kazandıran bir
yapımdır. Film, 1994 yılında 12 dalda Oscar’a aday olmuş ve 7 dalda ödül
kazanmıştı. Filmin kazandığı Oscar’lar şöyle : En İyi Film, Yönetim, Kurgu,
Sanat Yönetimi, Görüntü, Özgün Müzik ve Senaryo Uyarlaması.
Umudunu Kaybetme (The Pursuit of Happynes)
Bu film azmin, sabrın
zaferini anlatır. Çok etkilendim. will smith çok güzel oynamış,en çok
etkilendiğim sahne işe alındığında ağlaması oldu.Ayrıca oğlunuda es geçmemek
lazım bu çocuk rol yapmayı gerçekten biliyor.nede olsa babsının oğlu.artık
babası yönetmen sıfatına oğluda oyuncu sıfatına girdi diyebiliriz. Filmi herkes
izlemeli.her evde arşivde bulundurulmalı. insanın hayata bakışını değiştiren
bir film. . Hem sıkmıyor hem de çok mükemmel mesajlar veriyor,yani hem hoş
vakit geçirmemizi sağlayan hem de bize pozitif yönde katkısı olan bir film.O
kadar ufak şeylerle insanlar beziyorki,bu filmi seyrettikten sonra halinize
şükredeceksiniz .film bitince birbirinize sarılacağınızdan emin olabilirsiniz
Büyük bir sevgi ve mücadele öyküsünün anlatıldığı Umudunu Kaybetme, Will Smith ve gerçek hayatta da oğlu olanJaden Smith’in etkileyici oyunculuklarına sahne oluyor.
Büyük bir sevgi ve mücadele öyküsünün anlatıldığı Umudunu Kaybetme, Will Smith ve gerçek hayatta da oğlu olanJaden Smith’in etkileyici oyunculuklarına sahne oluyor.
Çöküş (Der Untergang)
2. Dünya Savaşı’nın ve Adolf
Hitler’in son günlerine Deney filminin yönetmeninden değişik bir bakış.
2. Dünya Savaşı’nda son günler yaşanmaktadır ve Berlin artık işgal altında bir kenttir. Ama Hitler kenti terketmeyi kabul etmemektedir.
Çöküş’te Hitler’in son günleri özel sekreteri Traudl Junge’nin gözünden anlatılır. Yenilgiyi kabul edemeyen ve düşmana teslim olmak istemeyen Führer, intihar etmeden önce Eva Brown ile evlenir ve birlikte intihar ederler. Führer’in peşinden yıllarca gitmiş bir çok insanın durumu da farklı değildir.
2. Dünya Savaşı’nda son günler yaşanmaktadır ve Berlin artık işgal altında bir kenttir. Ama Hitler kenti terketmeyi kabul etmemektedir.
Çöküş’te Hitler’in son günleri özel sekreteri Traudl Junge’nin gözünden anlatılır. Yenilgiyi kabul edemeyen ve düşmana teslim olmak istemeyen Führer, intihar etmeden önce Eva Brown ile evlenir ve birlikte intihar ederler. Führer’in peşinden yıllarca gitmiş bir çok insanın durumu da farklı değildir.
Sıkıysa Yakala (Catch Me if You Can)
BI ajanları iz sürerek
olağanüstü yetenekleri olan genç bir dolandırıcıyı yakalamaya çalışır. Pilot,
doktor, savcı vekili kimliklerine bürünerek, 26 ülkede dolandırıcılığa karışan
zor bir lokma vardır karşılarında...
Steven Spielberg filmini, Catch Me If You Can: The Amazing True Story Of The Most Extraordinary Liar(Kolaysa Yakala: Sıradışı Bir Yalancının İnanılmaz Ama Gerçek Hikayesi) kitabından uyarlamış.
Spielberg'in 2000'lerde çektiği filmler arasında The Terminal'le beraber en sevdiğim filmi. Dünyalar Savaşı'nı sevmemiştim. Indy 4 felaket kötüydü. A.I. filmini de sevmemiştim. Munich de sıkmıştı. Gerçi Munich sıksa bile diğer işlerinden daha kaliteliydi. Minority Report ise bir süre sonra hayal kırıklığına uğratmıştı. Yani bu 11 yılda yönetmenin sadece iki filmini gerçekten çok sevdim. Nedense ikisi de az oyuncuyla, sade ve yormayan bir anlatımla çekilen ve eğlendiren filmlerdi. Büyük bütçeli filmleri (2000'lerdeki) hep hayal kırıklığı yarattı bende.
Leo ve Tom'u aynı filmde izlemek güzeldi. Leo kariyerinin en sağlam ve rahat performanslarından birisini sergilemiş. Bu da bazı açılardan Frank'le ortak noktalarının olmasından dolayı.
Ayrıca film, yönetmenin sinemasında uzun bir süredir görmediğimiz sıkı bir mizah duygusuna da sahip.
Steven Spielberg filmini, Catch Me If You Can: The Amazing True Story Of The Most Extraordinary Liar(Kolaysa Yakala: Sıradışı Bir Yalancının İnanılmaz Ama Gerçek Hikayesi) kitabından uyarlamış.
Spielberg'in 2000'lerde çektiği filmler arasında The Terminal'le beraber en sevdiğim filmi. Dünyalar Savaşı'nı sevmemiştim. Indy 4 felaket kötüydü. A.I. filmini de sevmemiştim. Munich de sıkmıştı. Gerçi Munich sıksa bile diğer işlerinden daha kaliteliydi. Minority Report ise bir süre sonra hayal kırıklığına uğratmıştı. Yani bu 11 yılda yönetmenin sadece iki filmini gerçekten çok sevdim. Nedense ikisi de az oyuncuyla, sade ve yormayan bir anlatımla çekilen ve eğlendiren filmlerdi. Büyük bütçeli filmleri (2000'lerdeki) hep hayal kırıklığı yarattı bende.
Leo ve Tom'u aynı filmde izlemek güzeldi. Leo kariyerinin en sağlam ve rahat performanslarından birisini sergilemiş. Bu da bazı açılardan Frank'le ortak noktalarının olmasından dolayı.
Ayrıca film, yönetmenin sinemasında uzun bir süredir görmediğimiz sıkı bir mizah duygusuna da sahip.
Beni Orda Arama (The Blind Side)
Öylesine
aldığım sıkılınca izlenecekler dolabına koyduğum,, izlemeye başlayınca
bırakamadığım birçok sahnesinde çok duygulandığım, sonunda gerçek bir hayat
hikayesi olduğunu öğrendiğimde de gözyaşlarıma hakim olamadığım muhteşem film.Sandra
B. oyunculuk böyle yapılır diyerek kendisine karşı nötr bir tavrı olan bana
bile şapka çıkarttırdı.
Fakir ve aşırı derecede iri
bir genç olan Michael Oher bir kolej futbol takımına girince, kendi ve
çevresindekilerin hayatı tümden değiştir.
Michael Lewis’in The Blind Side: Evolution of a Game adlı romanından uyarlanan film vizyona girdiği ilk hafta Box Office US’te ikinci sırada yerini aldı.
Michael Lewis’in The Blind Side: Evolution of a Game adlı romanından uyarlanan film vizyona girdiği ilk hafta Box Office US’te ikinci sırada yerini aldı.
İskoçyanın Son Kralı (The Last King Of
Scotland)
Idi Amin’in Uganda’sı ile
ilgili neler biliyorsunuz? Dünyanın tanıdığı en vahşi diktatörlerden bir olan
Idi Amin’in Uganda’sı ile bizleri tanıştıran film, insanlık tarihinin karanlık sayfalarından
birine kamerasını çeviriyor.
Tıbbi bir misyonla Uganda’ya gelen genç doktor Nicholas Garrigan, bu uzak ve çok da fazla tanımadığı ülkeye doğru yola çıktığında oldukça idealist düşüncelerle yüklüdür. Fakat bu düşüncelerinin yerini büyük bir karanlığın alması uzun sürmez. Son derece katı ve barbar bir yönetim şekli yürüten Idi Amin’in emirleri altında, hareket sınırları oldukça dardır.
Garrigan’ın kriz anlarında soğukkanlı ve başarılı çalışmalar yürüttüğünü farkeden Idi Amin, kendisini özel doktoru ve kısa zamanda da en yakın arkadaşı olarak seçer. İlk zamanlar bunun onurunu yaşasa da Garrigan’ın, nasıl bir barbarlığın parçası yapılmak istendiğini anlaması uzun sürmeyecektir. Ama yanlışlardan geri dönüş, sandığı kadar kolay olmayacaktır.
Altın Küre’de En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kimseye bırakmayan Forest Whitaker’in muhteşem oyunculuğu ile inanılmaz bir gerçeklik kattığı film, katıldığı pek çok festivalden de ödüllerle döndü. Sırada ise Oscar var!
Tıbbi bir misyonla Uganda’ya gelen genç doktor Nicholas Garrigan, bu uzak ve çok da fazla tanımadığı ülkeye doğru yola çıktığında oldukça idealist düşüncelerle yüklüdür. Fakat bu düşüncelerinin yerini büyük bir karanlığın alması uzun sürmez. Son derece katı ve barbar bir yönetim şekli yürüten Idi Amin’in emirleri altında, hareket sınırları oldukça dardır.
Garrigan’ın kriz anlarında soğukkanlı ve başarılı çalışmalar yürüttüğünü farkeden Idi Amin, kendisini özel doktoru ve kısa zamanda da en yakın arkadaşı olarak seçer. İlk zamanlar bunun onurunu yaşasa da Garrigan’ın, nasıl bir barbarlığın parçası yapılmak istendiğini anlaması uzun sürmeyecektir. Ama yanlışlardan geri dönüş, sandığı kadar kolay olmayacaktır.
Altın Küre’de En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kimseye bırakmayan Forest Whitaker’in muhteşem oyunculuğu ile inanılmaz bir gerçeklik kattığı film, katıldığı pek çok festivalden de ödüllerle döndü. Sırada ise Oscar var!
Halk düşmanları (Public Enemies)
Bryan Burrough'un Türkiye'de
yayınlanmayan Public Enemies:
America's Greatest Crime Wave and the Birth of the FBI, 1933-43 (Halk Düşmanları: Amerika'nın En Büyük
Suç Dalgası ve FBI'ın Doğuşu) adlı kitabından uyarlanan filmin Hollywood’un
gerçek bir hikayeye en çok yaklaşan filmlerden birisi olarak değerlendiriliyor.
Olaylar Amerika'nın Büyük Bunalım yıllarında gerçekleşir ve dönemin en ünlü suçluları ve yeni oluşan FBI arasında yaşananlar anlatılır.
Olaylar Amerika'nın Büyük Bunalım yıllarında gerçekleşir ve dönemin en ünlü suçluları ve yeni oluşan FBI arasında yaşananlar anlatılır.
Moneyball
Bu yıl etkilendiğim ender filmlerden
birisi. Geçen sene The Social Network'ten de etkilenmiştim, o pek yansımadı
seyirciye.
Durgun havada ilerlemesi genel geçer
seyircileri üzer, hiç bulaşmasınlar. Ama iki müthiş senarist çok çok iyi iş
çıkarmış.
Brad Pitt öyle sakat, gay, havada uçup
kaçan, bir sürü monolog ile şov yapan bir performans sergilemiyor, sadece rolün
hakkını fazlasıyla veriyor.
'Oakland A' beyzbol takımının başındaki isim olan Billy Beane
(Brad Pitt) , kısıtlı bir bütçe ile resmen yoktan bir takım var ederek zengin
kulüplere meydan okuyor. Fakat bunu yaparken de beyzbol sporunun temel
inançlarını baştan aşağıya sarsıyor. Onun yöntemleri kabul görmese, hatta
delilik diye nitelendirilse de, Beane inancını ve azmini yitirmeden bildiği
yönde ilerlemeye devam ediyor....
Özgürlük Yolu (Into The Wild)
Christopher McCandless
üniversiteden mezun olduktan hemen sonra iş, aile ve sorumluluk gibi
ağırlıkları geride bırakıyor. Bütün parasını yakıyor ve Alaska'da doğa ile
birebir yaşamak için yola koyuluyor.
Yalnızlığı en iyi
anlatan filmlerden birisi. Kendiniz için yeni bir hayat başlatıyorsunuz. Tüm
Sevdiklerinizi belki de sevmediklerinizi ve geçmiş hayatınızı geride
bırakıyorsunuz. İnsanlardan kaçıp vahşi doğada kendinize bir yer edinmeye
çalışıyorsunuz. Fakat gerçek olan hayat bu değil malesefki.İyi bir yol filmi
olduğunu söylemek mümkün. Gerek yönetmen Sean Penn gerek başrol oyuncusu Emile
Hirsch bu film adına oldukça iyi iş çıkardıklarını söylemek mümkün. Aslında
yorumlamak eksiklik kalıyor bir şeyleri tam anlatamıyoruz. Yani İnto The Wild
anlatılmaz yaşanılır desem yeridir.. Sean Penne i sevdirmiştir bana bu film
harika bir film kendini keşfetme adına yola çıkmış bir gencin hikyesi bu
kadarmı mükemmel aktarılır izleyin.Bu arada fülmde güzel alıntılar var
bunlardan biride Bu noktada Thoreau’dan bir tefsir yapacağım : ” Bana aşk ,para
,inanç ,şöhret ,adalet yerine gerçeği verin .
Sıkı Dostlar (Good Fellas)
Filmde Henry Hill adında bir
gangster, Jimmy Conway ve Tommy De Vito adlı iki arkadaşıyla birlikte bir
soyguna kalkışır. Gözleri daha yukarda olan iki arkadaşı soyguna katılan
diğerlerini öldürür ve mafya içinde yükselmeye başlarlar. Bu durum Henry’i
olumsuz etkilemiştir ve bu konuda birşeyler yapması gerekmektedir. Büyük usta
Martin Scorsese’nin başyapıtlarından biri olan Goodfellas, 1991 yılında 6 dalda
Oscar’a aday gösterilmiş, en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında Joe Pesci’ye
ödül kazandırmıştı.Bu film gerçek bir hikayeden alınmıştır...
Piyanist
(The
Pianist)
Roberto Benigni'nin
"La vita e Bella"sı ve Steven Spielberg'in "Schindler's
List"i ile beraber Yahudi Soykırımı/Alman Nazizmi üzerine yapılmış ve
benim en çok sevdiğim eserlerdendir The Pianist. Polanski'nin bizzat o dönemi
yaşaması, o dönemde ailesini kampların birinde yitirmesi bu filmin yapılmasında
belirleyici bir durum bence. O dönemleri yaşamış olsa da ortaya taraflı, Nazi
düşmanı bir film çıkarmamasıysa alkışlanacak bir durum. Taraflı yaklaşmadığını
finale doğru "tüm Naziler kötüdür" düşüncesini parçalayan bir
karaktere ve sahneye yer vermesiyle görüyoruz. Soğukta oldukça fazla üşüyen
kahramanımıza rütbeli bir Nazi yemek getirip üstündeki montu verir. Jenerikte
beliren yazılardan bu adamla ilgili sadece bir kaç şeyin bilindiği söylenir.
Belki o da diğerleri gibi insan katletmiştir. Ama bunu bilemiyoruz. Bu karakter
kitapta yer alsa da Polanski taraflı bir film yapmak istese rahatlıkla
senaryodan çıkarırdı bu karakteri. Adrian Brody'i anmadan
geçmek olmaz. İlk bir saati kalabalık bir grup arasında geçiren, burada da
dikkat çeken bir performansa imza atan Brody bir süre sonra filmi tek başına
ilerletiyor. Aile kampa götürülürken o kaçmayı(!) başarıyor. Sonrası dediğim
gibi hayatta kalma mücadelesi. Bir otobiyografiden uyarlama olduğu için kamera
Piyanist'i terk etmiyor. Savaşı onun gözünden göstermeye finale kadar devam
ediyor. Ailesiyle iletişimi kesildikten sonra Brody'nin performansında yükselme
oluyor. Zira en zor sahneler tam da bundan sonraki sahneler, yani tek başına
kaldığı sahneler olurken Brody buralarda enfes bir oyunculuk çıkarıyor. Oscar'ı
da hakkediyor.
Cesur Yürek (Breaveheart)
İngiliz Kralı Edward,
Britanya Krallığını büyütmek için İskoçya'yı fethetmek istemektedir. İngiliz
soylularına Prima Nocta, yani topraklarında evlenen her kadınla ilk geceyi
geçirme hakkını vererek İskoç halkının ayaklanmasına sebep olur.
Çocukken ailesini ve yakınlarını özgür İskoçya uğruna kaybeden William Wallace, yıllar sonra karısı da öldürülünce halkı organize etmeye ve İngilizleri topraklarından atmaya karar verir.
Mel Gibson’ın yönettiği ve başrolünü oynadığı bu epik yapım, ülkemiz sinemalarında yıllarca gösterilerek bir rekora imza atmıştır.
1996 yılında 10 dalda Oscar’a aday olan yapım, yönetim, görüntü yönetimi, efekt, makyaj ve en iyi film dallarında ödüle layık görülmüştü.
Çocukken ailesini ve yakınlarını özgür İskoçya uğruna kaybeden William Wallace, yıllar sonra karısı da öldürülünce halkı organize etmeye ve İngilizleri topraklarından atmaya karar verir.
Mel Gibson’ın yönettiği ve başrolünü oynadığı bu epik yapım, ülkemiz sinemalarında yıllarca gösterilerek bir rekora imza atmıştır.
1996 yılında 10 dalda Oscar’a aday olan yapım, yönetim, görüntü yönetimi, efekt, makyaj ve en iyi film dallarında ödüle layık görülmüştü.
Sosyal Ağ (The Social Network)
Tüm dünyada olduğu kadar
Türkiye’de de bir fenomene dönüşmüş, milyonların sosyal paylaşım sitesi Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg ve arkadaşlarının öyküsü.
Olaylar başarılı bir
atmosferle anlatmış Fincher. Bu çılgınlığa değinmek yerine Facebook'un nasıl
kurulduğuyla ve Facebook davalarıyla ilgileniyor yapım. Tabi Horward
eğlenceleri, barlar, kızlar da cabası.
Fincher çizgisinden kayıyor ama kötü işler çıkarmıyor. Ele aldığı işin hakkını veriyor. Ondan vurucu, sert filmler bekleyeceğiz her defasında ama ortaya çıkardığı yapımlar da fena olmuyor.
Belirteyim ki bu "Facebook sitesinin" filmi değil. Facebook kurucularının filmi.
Fincher çizgisinden kayıyor ama kötü işler çıkarmıyor. Ele aldığı işin hakkını veriyor. Ondan vurucu, sert filmler bekleyeceğiz her defasında ama ortaya çıkardığı yapımlar da fena olmuyor.
Belirteyim ki bu "Facebook sitesinin" filmi değil. Facebook kurucularının filmi.
Ip Man 1-2 (2008-2010)
Bruce
Lee’nin ustası Yip Man’in yarı-biyografik hikayesini anlatan Ip Man, savunma tekniği
WingChun’un tarihine de bir bakış atıyor.
Yip Man, Yim Wing Chun tarafından ortaya çıkarılan ve gösteri amaçlı kullanılmayan savunma tekniği WingChun’ı öğreten ilk dövüş sanatları ustası olarak kabul ediliyor.
Yip Man, Yim Wing Chun tarafından ortaya çıkarılan ve gösteri amaçlı kullanılmayan savunma tekniği WingChun’ı öğreten ilk dövüş sanatları ustası olarak kabul ediliyor.
Filmler için söylenecek fazla söz yok aslında. Donnie
Yen'in performansına da hayran olmamak elde değil. Her ne kadar filmde
milliyetçilik unsurlarını da görsek de, karşı tarafı aşağılayıcı bir şekilde
yapılmaması, filmlerin değerini bir kat daha arttırıyor gözümüzde. Helal olsun
diyorum, başka da birşey demiyorum..
Akıl oyunları (A Beautiful Mind)
John Forbes Nash Jr., genç
yaşında oyun teorisi üzerine geliştirdiği kuramlarla matematik dünyasının bir
numaralı ismi haline gelir. Fakat kısa süre içerisinde bencilliği ve kendine
olan aşırı güveni sonucunda oluşan kişisel problemleri ile baş edemez duruma
düşer. Dahilik ile delilik arasındaki ince çizgide, delilik tarafına doğru
sürüklenir.
Uzun süre şizofreni ile mücadele eden matematikçi, yıllar sonra adeta yeniden doğarak Nobel ödülünü almayı başarır.Sylvia Nasar’ın John Nash biyografisi temel alınarak çekilen Akıl Oyunları, en iyi film ve en iyi uyarlama senaryo dalında Oscar sahibi.
Uzun süre şizofreni ile mücadele eden matematikçi, yıllar sonra adeta yeniden doğarak Nobel ödülünü almayı başarır.Sylvia Nasar’ın John Nash biyografisi temel alınarak çekilen Akıl Oyunları, en iyi film ve en iyi uyarlama senaryo dalında Oscar sahibi.
127 saat (127 Hours )
Yaşanmış gerçek iç burkan bir
olaya dayanan 127 Saat, Oscarlı yönetmen Danny Boyle'un 'Slumdog
Millionaire'den sonraki çalışması. Genç dağcı Aron Ralston, kimseye haber
vermeden çıktığı yolculuğunda Utah yakınlarında Moab bölgesinde büyük bir kaya
parçasının arasına sıkışır. 5 gün boyunca hayatta kalmak için elinden geleni
yapan Aron'ı oradan kurtaracak kimse yoktur. Tek çaresi yine kendisidir...
Nasuh Mahruki'nin bir kere bir röportajına denk gelmiştim. Sunucu abla yaklaşık şöyle sordu: Peki doğayla mücadele etmek nasıl bir duygu?. O da takdire şayan bir cevap verdi: Doğayla mücadele edemezsiniz, insan doğada sadece kendisiyle mücadele eder. Bu film de hikayesini daha öncede bir yerlerde okuduğum, yaşama iradesi inanılmaz kuvvetli bir adamın gerçek hikayesi ve son derece güzel aktarılmış.
Nasuh Mahruki'nin bir kere bir röportajına denk gelmiştim. Sunucu abla yaklaşık şöyle sordu: Peki doğayla mücadele etmek nasıl bir duygu?. O da takdire şayan bir cevap verdi: Doğayla mücadele edemezsiniz, insan doğada sadece kendisiyle mücadele eder. Bu film de hikayesini daha öncede bir yerlerde okuduğum, yaşama iradesi inanılmaz kuvvetli bir adamın gerçek hikayesi ve son derece güzel aktarılmış.
Dövüşçü (The
Fighter )
En İyi Film dalında Oscar'a
aday olan Dövüşçü, ilhamını gerçek bir olaydan alan öyküsüyle, iki kardeşin her
şeye rağmen tekrar bir araya gelip parçalanan aile düzenlenlerini düzeltme
çabalarına odaklanıyor. Dicky Ecklund (Christian Bale) eskiden efsane olmuş,
ama yeteneğini boşa harcamış ve başarı imkânını kaybetmiş şimdi ise kardeşini
eğiten eski boksördür. Mickey Ward (Mark Wahlberg) ise Dicky’nin üvey
kardeşidir. Mickey iyi bir boksör olarak adını duyurmadan önce Dicky onun
ustalığını yapmıştır. Ünvan maçına çıkan Mickey'nin hem maçı kazanması hem de
dağılan ailesini bir araya getirmesi gerekmektedir...
Yenilmez (Invictus)
Nelson Mandella'nın ülkesinde
birliği ve beraberliği sağlamak için Güney Afrika futbol takımı kaptanıyla
yaptığı işbirliğinin hikâyesini anlatıyor. Yeni seçilen Mandela, milletinin ırk
ve ekonomik nedenlerden dolayı ayrımcılığa uğradığını bilmektedir. Mandela
sporun uluslararası dili sayesinde insanları birleştireceğine inandığı için,
1995 Dünya Kupası'nda Güney Afrika futbol takımını destekler.
Birçok duyguyu aşırı şekilde hareketlendiren, insanı imrendiren görüntülere sahip olan Clint Eastwood'un ellerinden çıkmış, ve Morgan Freemanın oynadığı değil yaşattığı oyunculuğuyla mükemmelliğini tamamlayan bir film olmuş. Film uzun süresinden dolayı bir müddet beklemiştim ama akıcılığı sayesinde bir çırpıda bitiverdi. Filmler sadece zaman öldürmek için değil bu ve bunun alternatif tarzları gibi seyrettikten sonra aklınıza kazınan ve bir şeyler öğreten tarzda olmalı. Nelson'ın hapishane sahnesindeki şiiri bile bize çok şey öğretiyor. Filmin özündeki birlik beraberlik duygusu da beni özendirdi, her toplum için olması gerekenin, yapılması gerekenin ragbi üzerinden de ne güzel bir duygu olduğunu görmüş olduk.
Birçok duyguyu aşırı şekilde hareketlendiren, insanı imrendiren görüntülere sahip olan Clint Eastwood'un ellerinden çıkmış, ve Morgan Freemanın oynadığı değil yaşattığı oyunculuğuyla mükemmelliğini tamamlayan bir film olmuş. Film uzun süresinden dolayı bir müddet beklemiştim ama akıcılığı sayesinde bir çırpıda bitiverdi. Filmler sadece zaman öldürmek için değil bu ve bunun alternatif tarzları gibi seyrettikten sonra aklınıza kazınan ve bir şeyler öğreten tarzda olmalı. Nelson'ın hapishane sahnesindeki şiiri bile bize çok şey öğretiyor. Filmin özündeki birlik beraberlik duygusu da beni özendirdi, her toplum için olması gerekenin, yapılması gerekenin ragbi üzerinden de ne güzel bir duygu olduğunu görmüş olduk.
Amerikan Gangsteri (American ganster)
Siyah bir Amerikalı,
1970'lerde kendi mahallesinde "salyangoz" satmaya kalkışırsa ne olur? Ridley Scott'un bu suç-polisiye
filmi, sizi mafya-uyuşturucu dünyasına götürecek ve sokaklarda dönen dolapların
daha önce fazla tanık olmadığınız detaylarıyla tanıştıracak.
Şu var ki bu filmi Marin Scorsese çekseydi ortaya çok dehşet birşey
çıkabilirdi. Ama Scott yapınca ortalama bir film oluyor. İzledikten sonra hemen
unutmuştum.